tarihinde yayınlandı

Burcu Çetinkaya (Ralli Kadın Pilot)

Türkiye’de Ralli denildiğinde herkesin ilk aklına gelen
kadın pilot kuşkusuz ki Burcu Çetinkaya … (Değişik Roportaj Metinlerinden Alıntılar)

Burcu Çetinkaya Ralli Pilotu
Bu kadar erkeğin egemen olduğu bir spora nasıl başladın?
Babam bir çok farklı oto markasının yöneticiliğini yaptı, onun yanında otomobillerle çok iç içe bir çocukluk geçirdim. 12 yaşımdayken bir yarış izlemeye götürmüştü, o dönem çok ciddi bir rekabet ve ciddi de bir seyirci vardı, orada hayal etmeye başladım. 24 yaşımda arabamı satıp bir yarış arabası aldım. Sonra Volkan Işık’tan eğitim aldım ve beraber gece gündüz çalıştık, ona çok büyük bir vefa borcum var. Polo Ladies Cup da benim için çok büyük bir şanstı çünkü pilotların para vermeden yarıştığı organizasyonlar Türkiye’de çok az yapılıyor ne yazık ki.

Şu anda kendini ne noktada hissediyorsun? Bayan erkek farkı dereceye yansıyor mu?
Yansıyor, özellikle arabanın gücü artmaya başladıkça fiziki güç ve kondisyonun etkisi de artıyor. Ben neredeyim noktasına bakacak olursak 2010 yılında IRC’ye katıldık. Türkiye’de bir kadın takımının burada olması çok önemli ve zor bir olaydı. Bugün Türkiye’de Yağız Avcı, Volkan Işık, Serkan Yazıcı ve Murat Bostancı gibi üst seviye pilotlar var. Bu isimleri şu an eşit şartlarda yarıştığımızda geçebilecek seviyede değilim ama çok uzak da değilim.

Özellikle sosyal medya çoğaldıktan sonra sana ulaşmaya çalışanlar oluyor mu?
Takdir eden de oluyor eleştirenler de oluyor. Herkesin takdir etmesi mümkün değil ama genelde çok yol göstermemi isteyenler oluyor.

Kaç yaşına kadar ralli koltuğunda olacağımı düşünüyorsun?
Ben 40 – 4S’e kadar bunu yapabileceğimi düşünüyorum. Bunu o yaşa kadar yapmak için gerçekten zinde kalmak gerek.

En büyük hedefin ne?
Türkiye şampiyonu olmak. Doğru ekiple, doğru antrenman programıyla ve doğru otomobille bu işe girişirsek bir ya da iki yıl hedef koyarsak başarabileceğime inanıyorum. İkinci hedefim ise uluslararası şampiyonalardan birinde podyuma çıkmak.

Teknolojiye ne kadar bağlısın?
Özellikle Mac’ime çok bağlı bir insanım çünkü bir çok şeyimi kendim yapmak zorunda kalıyorum, Mac’im ile iPhone üzerinden internete bağlanıp dünyanın en alakasız yerinden bile basın bültenleri yazıp, mail atıp bir çok farklı işle meşgul olmak zorunda kalıyorum.

Sosyal medyayı çok kullanıyor musun?
Özellikle Facebook olmak üzere evet, kullanıyorum. 39.000 kişiye ulaştığım bir hayran sayfam var, aktif ve sürekli yazıyorum. Twitter’ım da 9600 takipçiyi geçti.

Video ve fotoğraf çekmek ile aran nasıl?
İşim için GoPro’yu çok kullanıyoruz. Hem antrenmanlarda hem de yarışlarda kullandığımız . bir marka, Gerçekten yarış kaydetmek anlamında en iyi çözüm o bizim için.

Yaptığın diğer işler arasında ralli dışında tam senlik olanı hangisiydi?
Otomobil programını geziyle çok birleştirdik. Özellikle Pakistan’da yaptığımız kamyon kullanma çekimleri, Van’da, Gaziantep’te yaptığımız çekimler benim için çok keyifliydi.

Seni en çok zorlayan yarış?
Belçika’nın Ypres yarışı. Yollar çok dar, sürekli kavşaklar var ve yol notu yazması çok zor bir yer. Hep de trafiğe açık. Dört yılda üç defa katıldım o yarışa ve o dört sene içinde katıldığım 7O’in üzerinde yarışta başka bir parkurda kaza yapmadım.

Burcu Çetinkaya Ralli Pilotu

Teknolojik olarak elinde bir şeyler olsaydı, o kazalar olmayabilir diyebileceğin bir şey var mı?
Otomobil ön planda ama artık belli sınıflar var. Yani şimdi Super 2000 sınıfında birçok üreticinin gayet iyi modelleri var, bunları karşılaştırdığımızda ise çok büyük farklar yok. Uluslararası otomobil federasyonu, sınıfları otomobiller bir birine denk olabilsin diye oluşturuyor. Dolayısıyla burada pilotaj ön plana çıkıyor.

Şehir içinde otomobil kullanmak ve rallide kullanmak arasındaki fark nedir?
Şehir içinde son derece sakin kullanıyorum. Yarış otomobilinde olacak kazalardan korkmuyorum çünkü kendimi çok güvende hissediyorum ama trafikte çok korkuyorum.

tarihinde yayınlandı

El-Melik (Allah’ın Güzel isimleri)

El-Melik:Her şeyin hakimi, bütün kainatın hükümdarı anlamına gelir.

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Hak melik olan Allah pek yücedir. O’ndan başka İlah yoktur; Kerim olan Arş’ın Rabb’idir.” (Mü’minun, 23/116)

Melik ismi, gerçek anlamda her yönüyle yalnız Allah içindir. Bu sıfat, Allah’ın diğer bütün kemal sıfatlarının var olmasını zorunlu kılar.

Melik ya da malik olma malik olunan şey üzerinde istenildiği biçimde tasarrufta bulunmayı gerektirir.

Bütün kainat Allah’ın mülküdür ve Allah, mülkünde dilediği gibi tasarruf sahibidir. El Melik

İnsan yeryüzünde halife olduğu için, kendisine yeryüzü mülkü üzerinde izafi bir meliklik yetkisi tanınmıştır.

Herkesin belli bir tasarruf sahası vardır. Fakat bu tasarruf, hiçbir zaman mutlak değil, sınırlı ve Allah’ın tanıdığı alanda sadece bir emanettir.

Allah Teala için ‘insanların meliki’ denirken O’nun, insanlar üzerinde mutlak tasarruf sahibi olduğu anlatılmak istenir. Fakat şirk koşan insanlar, Allah’ın melikliğini yeryüzünde ve dolayısıyla insanlar üzerinde tasarruf sahibi olmak ve yeryüzündeki servetleri, yani mülkü diledikleri gibi kullanmak için gasp etmeye çalışırlar.

Kulun mutlak melik olması asla düşünülemez, Çünkü onun her şeyden müstağni olduğu söylenemez. Allah’tan başkasına ihtiyacı olmasa bile, her daim Allah’a muhtaçtır.

Nakledildiğine göre bir kimse bir hastanın hatırını sormaya gittiğinde şifa niyetine, 112 kere “Allahümme ente’l-melikü’l-hakku’llezi la ilahe illa ente ya Allah ya Selamü ya Kafi”, 3 kere de “Ya Sifae’l Kulüb” dese o hastanın hastalığı Allah’ın izniyle sıhhate dönüşür.

Ebced değeri: Maddi ve manevi güçlü olabilmek, insanlara sözlerini anlatıp dinletebilmek ve emir sahibi olabilmek için bu ismin her gün 90 kere çekilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

tarihinde yayınlandı

Evlilik Hakkında

Evlenmenin asıl mesele olmadığını anlatan altın kurallar
Evlilik1) 40-50 yıllık birlikteliği değil, cennete varan mutlu beraberliği …
2) Hayallerinizdeki prens veya prensesi değil, sizi hayal kırıklığına uğratmayacak bir hayat arkadaşım …
3) Mutlu olmayı değil, mutlu etmeyi…
4) Çoluk çocuğa karışmayı değil, kaliteli bir nesil yetiştirmeyi …
5)Bulutların üzerinde dolaşmayı değil, ailenizin üzerine rahmet gibi yağmayı …
6)Masalımsı bir hayat yaşamayı değil, çocuklarınıza güzel masallar anlatabilmeyi …
7) Geniş bir aileye değil, geniş bir gönüle sahip olabilmeyi …
8) Gözlerinin rengine baygın  baygın bakmayı değil, basiret sahibi olabilmeyi
9) Rahat etmeyi değil, rahat ettirmeyi …
10) Rüya gibi bir cennet hayatı yaşamayı değil, bütün engellere rağmen evinizi küçük bir cennete çevirebilmeyi …
11) Tatmin olmayı değil, tatmin etmeyi …
12) Deliler gibi asık olmayı değil, kalbinize mukabil bir kalp bulup onun kıymetini bilmeyi …
13) Destansı, efsane, mükemmel, muazzam, harikulade büyük mutluluklar yaşamayı değil, her şeye ama her şeye rağmen mutlu olabilmeyi ve mutlu edebilmeyi beklememiz gerektiğini biliyor musunuz?

tarihinde yayınlandı

Hanefi Fakihi Ebu Yusuf

Büyük Hanefi fakihi

   Ebu Yusuf Hanefi mezhebiHz. Ebu Yusufnin imamı Ebu Hanife’den sonra gelen büyük Hanefi fakihidir. Adı Ya’kub b. İbrahim el-Ensari’dir. Irak bölgesinin fakihi kabul edilen Ya’kub 113/731 yılında Küfe’de doğdu. Yusuf adlı bir oğlu bulunduğu için Ebu Yusuf lakabıyla meşhur oldu. Ailesi fakirdi ve Ebu Hanife’nin yardımıyla ilim tahsiline başladı.

Ata b. es-Saib, Muhammed b. İshak b. Yesar ve Leys b. Sa’d gibi büyük hadisçilerden hadis okudu ve hadis hafızı oldu. Ebu İshak es-Şeybani, Süleyman et-temimi, Yahya b. Said el-A’meş gibi fakihlerden ders dinledi. Ibn Ebi Leyla’run önemli fıkhi problemlerde İmam-ı Azam’ın içtihadlarına başvurduğunu görünce, ondan ayrılarak Ebu Hanife’nin derslerine devam etmeye başladı. Onun usulünü benimseyerek ‘müctehid’ payesine ulaştı.

Ebu Hanife onun için şöyle demiştir: “Hem baş kadılığa hem fetva makamına layık iki talebem vardır. Bunlar Ebu Yusuf ile Züfer’ dir.” Ebu Hanife’nin derslerine onaltı yıl devam eden Ebu Yusuf, bu arada Küfe’ye gelen ünlü tarihçi Muhammed b. İshak’tan İslam tarihi (meğazi) okudu. Ebu Hanife’nin 150/767 yılında vefatı üzerine Bağdad’a geldi. Halife Mehdi tarafından kadı tayin edildi. Hadi ve Harun er -Reşid devirlerinde de kadılık yaparak ilk defa ‘Kadi’l- Kudat (baş kadı)’ ünvanını aldı. Onaltı yıl bu görevi ifa ettikten sonra 183/798 yılında vefatı üzerine yerine oğlu Yüsuf kadı tayin edildi.

Ebu Yusuf güçlü hukuk mantığı ve ince zekasıyla kendisine gelen fıkıh problemlerini rahatlıkla çözüyordu. Bir gün Harun er-Resid, “Bu gece ülkemde yatarsam benden üç talak ile boş ol.” dediği için hanımı Zübeyde’yi boşadı. Fakat sonradan pişman olarak alimlerden fetva istedi. Ebu Yusuf, Kur’an’daki bir ayete dayanarak “Camilerde yat, çünkü camiler senin değil Allah’ındır.” dedi.

İmam Ebu Yusuf içtihadlarında hadis’e önem vermekle birlikte, daha çok re’ye bağlı idi. Hakkında nass bulunmayan meselelerde sahabe’nin sonra da Ebu Hanife’nin içtihadlarına başvurur, eğer bunlarda bir çözüm bulamazsa, kendi re’yı ve kıyası ile hareket ederdi. Hanefi fıkhı, Ebu Yusuf sayesinde yaygınlaşmıştır. Çünkü o, kadılık görevini üstlenmekle Hanefi mezhebinin bizzat uygulanmasını sağlamıştır. Kadılığı sırasında halkın çözülmesi gereken problemleri ile karşı karşıya gelmiş ve bunlan çözme yollannı araştırmıştır. Bu yüzden onun istihsanları ve kıyasları bizzat hayattan alınmıştır.

Ebu Yüsuf’un bilinen eserleri şunlardır: İhtilafü’l -Emsar, Edebü’l- Kadı ala Mezhebi Ebi Hanife, Kitabu’l-emali fi’l fıkh, Kitabü’l- Büyü’, Kitabü’l -Cevami, Kitabü’l -Hudüd, Kıtabü’I -Harac

tarihinde yayınlandı

Zihinsel Gelişime Uygun Eğitim Metodu

         Eyüpoğlu’na göre Mevla’ya karşı olumlu duygular hissedildiğinde öğrenme süreci hızlanıyor, merak artıyor ve Allah sevgisi arttıkça artıyor. Öyleyse miniğin dünyasında Yaratıcı ile ilgili olumlu intibalar bırakmak gerekiyor. O’nun ‘koruyan, gözeten, bize nimetler veren, hastalanınca iyileştiren, dua edince kabul eden’ gibi özellikleri nazara verilerek çocuğun algısını güçlendirmek çok önemli. Rabb’in bizi sevdiğini gösteren deliller de çocuğa sunulabilir. Örneğin, “Allah bizi ne kadar seviyor ki bizim için güneşi yaratmış, bu güzel yiyecekleri göndermiş, sana gören göz, işiten kulak vermiş, vb.” şeklindeki ifadelerle miniğin zihin dünyası şekillendirilebilir. Yani Allah’ı sevdirmek için çok uç örnekler bulmaya gerek yok. O’nun varlığını çocuğun anlayacağı seviyeye indirmek yeterli.

‘Cennet, cehennem, ölüm’ gibi soyut kavramları anlatabilmek için de çocuğun zihinsel gelişim sürecinin gözetilmesi elzem. Özellikle okulöncesi dönemde bu kavramları somutlaştırarak anlatmak gerekiyor. Mesela bir çocuğa “Allah büyük” denildiğinde çocuk bunu anlamlandırmak için “Babamdan da mı büyük?” ya da “Şu binadan da mı büyük?” diye.sorabilir. Cenneti anlattığınız sırada “Orda Barbie bebekler/oyuncak arabalar var mı?” şeklindeki sorularla sizi şaşırtabilir. Bu sorular karşısında ebeveynin “Ne biçim soru bu böyle!” deyip çocuğu azarlaması ise onun gelişimini sekteye uğratabilir. Tepki vermek yerine onun seviyesine inip, sevdiği kavramlar üzerinden cenneti, Allah’ı anlatmak en güzeli. Yazar Hüseyin Zahit, ‘Anneciğim Bana Allah’ı Anlam mı sın?’ isimli kitabında yaş gruplarına göre çocuklara Allah’ı nasıl anlatmak gerektiğine temas ediyor. Zahit’e göre çocuk, 2 yaşında elin ile karşılaşıyor. Özellikle 3-4 yaşlarında dini inanç canlılık kazanıyor. Ancak dine karşı asıl ilgisi, tamamen anne-babanın alakasına bağlı olarak gelişiyor.Çocuk etrafında inanca ait bir şeyler duymamışsa ve bu konuda soru sormuyorsa bu onun ilgisiz olduğu anlamına gelmiyor.Aksine içindeki inancı ifade etmek de güçlük çektiğini gösteriyor. Zahit’in ifadesiyle bu yaştaki çocuklara Allah inancı çeşitli hikaye ve kıssalar aracılığıyla verilirse daha etkili oluyor. Çünkü hikayeler henüz soyut düşünemeyen küçüğün bu konulan anlamasını kolaylaştırıyor.

4 yaş ise çocuğun eline duyduğu ilginin altın cağı. Bu yaşta çocuk, Rabb’imizi etrafında gördüğü şeylere benzetiyor. “Allah en büyük” denildiğinde etrafındaki en büyük cisme bakarak Cenab- ı Hakk’ı hayal etmeye çalışıyor.Çocuğun Allah tasavvurunun soyuttan somuta geçmesi ise zaman alıyor.Bu dönemde çocukların büyük bölümü ayrıntıları dikkate almıyor. İlişkisiz obje ve kavramları bütünleştiriyor. Dolayısıyla Allah inancıyla ilgili konuları ayrıntılara girmeden vermek gerekiyor. Çocuk, 5-6 yaşından itibaren tabiattaki olayların nasıl olduğunu ve varlığın başlangıcını merak ediyor. “Neden, niçin” şeklinde sorular soruyor. Örneğin “Şu ağaç büyükken diğeri neden küçük?” diyebiliyor.Bu tip soruların cevabı ise belli bir noktada tıkanıyor ve ebeveyne “Allah böyle yarattı.” cevabından başka bir seçenek kalmıyor. Aslında bu cevap, çocuğu Allah inanana götürüyor. Yani çocuğun ‘neden, niçin’li soruları, inanç aşılama açısından bir fırsat.

7 yaşında çocuklar, genelde Allah’ı insana benzetiyor. Zihinlerinde “O büyük bir insan ama görülmez.” düşüncesi hakim oluyor. 8 yaşından sonra bu fikir kayboluyor ve Yaradan’ın hiçbir varlığa benzemediği, O’nun yaratılanlardan üstün olduğu bilinci uyanıyor. Bu dönemde minikler, güvendiği kişilerden gelen bilgilerin doğruluğuna şüphe duymadan inanıyor. Bunun için bu yaştaki çocuklara inanda ilgili meseleleri seviyesine göre anlatmak gerekiyor.

7-9 yaşları arasındaki çocuklar, Allah’a inanmayı bir ihtiyaç kabul ediyor ve O olmadan yaşamanın mümkün olmadığım anlıyor. Rabb’i tek sığınak olarak görüyor. 10-11 yaşlarındaki çocuklar ise Cenab-ı Hakk’ın varlıkları nasıl yarattığını, O’nun gücünün her şeye nasıl yettiğini, yeryüzündeki her şeyi nasıl gördüğünü sorguluyor. Onların zihnindeki tereddütleri izale etmek de ebeveyne düşüyor. Bu yüzden ebeveynin de bu konularda birikim sahibi olması, dahası bu birikimi çocuğuyla nasıl paylaşması gerektiğini bilmesi elzem.

Anlıyoruz ki her yeni yaş, çocuğun O’na ulaşması için ayrı bir basamak. Çocuğumuzun bu basamakları yara almadan çıkmasını istiyorsak onu Allah’la korkutmak yerine sevgi temelli bir yaklaşım sergilememiz gerekiyor. Nasıl ki biz Yaradan’ın gazabından kaçıp rahmetine sığınıyorsak,ümit ve korku dengesini gözetirken gönlümüz ümitten yana oluyorsa evladımız için de aynısını düşünmemiz şart. Onun küçük yüreğini, “Allah seni yakacak” diye korkutarak iman duygusunun temeline zehir dökmeye hakkımız olmasa gerek. h.kose@zaman.com.tr

tarihinde yayınlandı 7 Yorum

NEDEN DİYE SORMADAN ÖNCE

NEDEN DİYE SORMADAN ÖNCE

Tuba Yımaz         Ne gariptir hayat dedikleri… Sürekli bir kargaşa bir telaş bir yorulma hali. Hep şikayet eder insan ‘neden ben’ der durur daha bir karmaşık hale getirir durumu. Hiç iç muhasebe yapmadan sorgular durur. Bazen bu sorgulama çok ileri boyutlara da varabilir.

İnsanın bir denge hali vardır muhakkak. Bunu altüst eden pek çok faktör mevcut ne yazık ki. Aslında bunlara altüst etme hakkını veren yine kendisidir.merkezini iyi seçmeli insan en mükemmel olanı en kusursuz olanı koymalıdır bu yere. Yanlış ve gereksiz bir merkezi olursa hüsrana uğraması kaçınılmazdır. Yönelmesi gereken tek varlık vardır.

O onu ne üzer ne mahcup eder. Ama insan hep doğruyu ararken yanlışa tutulur. Bazen bilerek bazen bilmeyerek medet umar tutulduğu şeyden. Oysa biraz tefekkür etmek gerekir. Neden ben demek yerine daha iyi ne  yaparsam böyle olmazdı demeli şöyle bir gözden geçirmeli kendini.

Gelip geçici şeylere bağlanmak acı ve ızdırap verir. Rabbine yönelirse insan dara düşmez her daim muvaffak olur. Şefkati sonsuz birine sığınmak gibisi yoktur. Bu nazarla bakarsa acısı da hafifler o acının etkileme boyutu da değişir. Yanlış yerlere müracaat etmek çözümsüzlükten başka birşey vermez. Yeri geliyor en yakın dostumuz bile bizi üzüyor ve hayal kırıklığına uğratıyor ya da  bir başka sevdiğimiz. Ancak şunu karıştırmamak gerek insan yalnız kalamaz.

Dolayısıyla çevresinde hep birileri olacaktır fakat bunlara yüklenen misyonun belli bir sınırı olmalıdır. Hayatımızda hepsinin bir yeri vardır. İçi içe geçmiş halkalar gibi düşünürsek en merkezi noktaya Allahı koymak gerekir. Ondan sonra gelmelidir anne baba eş arkadaş kardeş, yaradandan ötürü sevmelidir seven kalp. O zaman rahata ve huzura kavuşur, daha bir anlam kazanır her şey…

Tuba YILMAZ
10.06.2012

tarihinde yayınlandı 6 Yorum

Geleneksel Türk Sineması…

Türk Sineması    Geleneksel Türk Sineması deyince aklımıza Kemal Sunal, Şener Şen, Kadir İnanır,  Erol Taş, Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Gülşen Bubikoğlu  ve daha ismini sayamadığımız niceleri…

Türk Sineması  konuları bakımından  çok güzel olsa da çekim kalitesi olarak  Batının çok uzağında kalmıştır. Yeşilçam dediğimiz jenerasyonun ortaya çıkmasıyla kendi sesini duyurmayı başarmıştır. Kurgu ve reji alanında Yılmaz Güney gibi büyük ustanın varlığı Türk Sinemasına fazlasıyla yarar sağlamıştır. O yılların imkanlarına göre güzel işler yapılmıştır ama bizler bugün o yılları tenkit ederken çok fazlasıyla objektif davranmıyoruz.  Çünkü o günleri tenkit ederken, o günlerin koşullarına göre yorum yapmıyoruz.

Türk Sineması son dönemlerde çok büyük yollar aşmıştır. 1998 yılında Yavuz Tuğrul’un büyük eseri Eşkiya  filmi çok büyük sükse yapmıştır.  Arkasına gelen Vizontele ,  Gönül Yarası, Babam ve Oğlum, Güneşi Gördüm,  Bir Zamanlar Anadoluda, Fetih 1453  gibi filmler Türk Sinemasının gelişimine büyük katkı sağlamıştır. Türk Sinemasına bizlerde vizyona giren filmleri izlemeye giderek destek olabiliriz. Sinema alanında işlere geç başlasak ta bu alanda son dönemlerde iyi işler başarabilmişizdir. Bundan iki yıl önce sinema alanına katkıda bulunmak için İletişim Fakültesi okuyan abilerimizle sosyal paylaşım sitesinde  Şener Şen’i Kaybetmeden değerini anlayalım diye site kurmuştuk çok fazla rağbet görmemişti o yıllarda lisede okuyordum ve  bu duruma çok fazla üzülmüştüm. Üzülmek insanın sadece zamanını  öldürür bu alanda bir şeyler üretmek gerektiğini düşünüyorum  ve bu alana yoğunlaştım. Geçen yıl İletişim Fakültesi,Radyo

Televizyon Sinema Bölümünü kazandım, bu alanda işler yapmak istedim, bölümümden pişman değilim ama insanların bu alan ile fazla bilgisinin olmaması çok üzücü… Bana okulu bitirince televizyon tamircisi mi olacaksın diye soru yönelten yurdumun güzel insanları bile oluyor.İnşallah bu alanda ki ilgi alaka artar.

tarihinde yayınlandı

Gerçek ‘Harem’ bu sergide

Gerçek Harem…

HaremBilkent Kültür Girişimi (BKG) ve Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü, hem Türkiye’de hem de dünyada “Harem” konusunda oluşan eksik ve hatalı bilgilerin düzeltilmesi amacıyla harekete geçti.

Haremin hiç bilinmeyen yönlerinin gerçeğe uygun olarak anlatılacağı ‘Harem-i Hümayun Sergisi‘  Topkapı Sarayı Müzesi Has Ahırlar Sergi Salonu’nda 13 Haziran’ da açılacak. 4 ana bölümden oluşacak serginin ilk bölümünde Harem‘in inşa dönemleri; minyatürler, gravürler ve planlar eşliğinde anlatılacak. Serginin ikinci bölümünde mimarideki hiyerarşik düzene uygun olarak Harem’in koruyucuları ve hizmetlileri olan Harem ağaları ve cariyeler teşkilatı tanıtılacak.
Üçüncü bölümde has odalıktan hasekiliğe ve nihayetinde valide sultanlığa yükselen padişah kadınları, kız ve erkek çocukları ile kız kardeşlerinden oluşan hanedan üyelerinin Harem‘deki yaşamları, eğitimleri, hiyerarşideki yerleri vurgulanacak.

Sergi, Haremde günlük yaşamın, eğlencelerin ve geleneklerin yine başyapıtlarla ve görsellerle anlatılacağı dördüncü bölümle sona erecek.

Zaman Gazetesi | iSTANBUL AA

HaremHaremHaremHaremHaremHaremHaremHaremHarem

tarihinde yayınlandı

Ezan’lar Susunca

 

yılmaz erdoğan Bu günler de çok konuşulan bir mevzu haline gelen , Yılmaz ERDOĞAN’ nın  Ezan seslerinin filmler de kullanılması  mevzusu.

Aslın da Ezan’ın filmler de kullanılıp kullanılmama meselesi değil.  Asıl mesele; milletin ruh ve mana köklerine eskisi gibi tekrar geri dönmesi ve bir zamanlar tarihe yön veren, o manevi atmosferin tekrar yaşanmaya başlamasının hazmedilememesidir.

 

Dediğim gibi; mevzu bu değildir. Çünkü bu millet bırakın Ezanların filmer de kullanılması, gerçekten Ezanların susturulduğu günleri yaşadı.

 

   İşte milletin bu ruh ve şuura tekrar kavuşmasından korkanların çıkarmış olduğu yaygaralar ve kendi asılsız vehimlerinden başka bir şey değil.

 

Yılmaz ERDOĞAN bu milletin bir ferdi olması hasebiyle bu düşüncesini dile getirmesinde haklıdır. Çünkü yabancı filmler de Çan seslerinin kullanıldığını birçok kez şahid olmuşuzdur. Peki neden benim yetiştiğim toplumun temel öğelerinden biri olan Ezan kullanılmasın. Ben bu toplumun bir ferdi olarak bunun yapılmasını istiyorum ve yapanları alkışlıyorum.

 

Ha! Peki neden bunca yaygara, bunca vehim… Bu tiplerin meseleyi getirmek istedikleri nokta ‘’irtica’’, ‘’ şeriat’’… vs.

 

Her ne kadar zahiren içimiz de bulunsalar dahi, mana itibari ile bizden uzak olan bu tip insanlar hep bu tür söylemleri ile gündemi işgal etmişlerdir. Lakin bizler huzurlu ve herkesin kendi değerlerini yaşaması taraftarı olduğumuz için; mana itibarı ile bizden olmasalar dahi biz onların yaptığı gibi bu tür nefret söylemlerine girmeyeceğiz.

 

Hasıl-ı kelam; bu millet maneviyatın olmadığı günleri de yaşadı. Ezanların susturulduğu günleri de yaşadı. Böyle bir mevzuu bulundu camia ya rağmen dile getirdiği için

Yılmaz ERDOĞAN‘a  müteşşekirim.

Yavuz YAĞMUR


tarihinde yayınlandı

NASIL BİR TÜRKİYE?

Yavuz Yağmur

‘’Ya hu nasıl bir Türkiye de yaşıyoruz?.’’ Diyor insan haklı olarak. Nereye gidiyoruz? Nereye kadar devam edecek bu böyle? …

Kardeşim keyiflenelim diye bir maç izleyelim dedik; sonun da neredeyse insanlar birbirilerini öldürüyorlardı. Biz ekranın başına ne umutla oturuyoruz, ne ile karşılaşıyoruz.

 

Bu sefer de ,haberler de Diyarbakır da bir partinin ilçe başkanı  kaçırılmış haberi gözüme ilişti. Kendi kendime ‘’ bu ekrandan hayırlı bir haber seyredemeyeceğiz bu gidişle.’’ Dedim. Baksana kardeşim; ekran da hep terör olayları var. Dün yeşil sahalar maç , bu gün baharın yeşil örtüsünü giymiş olan Diyarbakır da. Aslın da arada pek fark yok.  Sonuç ta fiili gerçekleştirenler farklı olsa bile kastettikleri insan hayatı olduğu için arada  fark kalmıyor. Bu insanlar ortalığı karıştırmayı, gerginlik yaratmayı, miletin huzurunu kaçırmayı kendilerine adet edinmiş insanlar.

 

Ya hu yeter artık. Bıktık usandık be kardeşim. Artık terör ibaresini taşıyan ne futbolu nede başka bir şey  istemiyoruz….

 

TV programların da sürekli ‘’ Nasıl bir Türkiye istiyorsunuz’’ diye sorarlar ya hep. Kardeşim biz,

 

HUZURLU BİR TÜRKİYE…!

İstiyoruz.

Yavuz YAĞMUR